#ağaçtan uzak dur
Explore tagged Tumblr posts
Audio
"Çok tuhaftı, ağlayamadım, ama ruhum paramparça olmuştu.."
kıyıdayım, kıyısında kuru ağaç dallarını taşıyan uzun nehrin, unutuş otların arasında ışıyan cam kırığı, işte kalbim ve kendini taş avluda unutmuş zaman an’ın sesini ikiye bölen yalan ağaçtan düşen yaprak gibi, şarkısını kınında bırakmış bıçak ah, parlak ay batıyor beyaz bir gemi gibi uzaklaşıyor nehir, kuruyan otlar ve ben düşsüz kalan gecede ötüyor kristal kuş dur, diyorum akan suya dur, gitme
kıyıdayım, kıyısında midye kabuklarını kuma vuran denizin çakıl taşlarının soğuk teninde, battığını bilmeyen gemiyim ben belki de yarasını yosunların sardığı eski bir yara bilmiyorum hangi ölümden kalma dibe vurmuş bir ceset taşıyorum içimde çırpınıyor kristal kuş, yara kanıyor dur, diyorum acıya dur, bitme
kıyıdayım, kıyısında boşluğa fısıldanan şiirin kalbim, ah kalbim acı öpüşler taşıyor sözcüklerime siyah bir ipeği yazıyorum belki bilmeden beyaz bir gecenin simsiyah ellerine sıcak siyah ve ansızın yırtılmış bir ipeği ay batıyor içli bir şarkı gibi biliyorum şimdi ölüm sesime yakın ülke, acı sonsuz ve ay ah, ay neden bunca uzak bu gece? çatlıyor içimde sessizce kristal kuş dur, diyorum hayata dur, bekle
Ayten Mutlu, Kristal Kuş
41 notes
·
View notes
Text
- VITA ADAE ET EVAE - "ADEM VE HAVVA'NIN YAŞAMI"
YASAKLANMIŞ METİNLERDEN GÜNÜMÜZE..
1913 yılında yayınlanan ve apokrif olarak kabul edilen gizli bir metnin anlatığına göre Adem ve Havva...
Cennetten kovulduklarında kendilerine bir çardak yaptılar ve yedi gün büyük bir keder içinde yas tuttular.
Ancak yedi gün sonra acıkmaya başladılar ve yiyecek aramaya başladılar ve bulamadılar. Bunun üzerine Havva Adem'e dedi ki: 'Efendim, açım. Gidin, yiyecek bir şeyler arayın. Belki Rab Tanrı geriye bakıp bize acır ve bizi daha önce bulunduğumuz yere geri çağırır.
Adem kalktı ve yedi gün boyunca tüm bu topraklarda yürüdü ve cennette eskiden sahip oldukları gibi bir erzak bulamadı. Ve Havva Adem'e dedi: 'Beni öldürecek misin? Öleyim ve umarım ki Rab Tanrı seni cennete sokar, çünkü sen oradan benim yüzümden sürüldün.'
Adem cevap verdi: "Ey Havva, Tanrı'nın üzerimize başka bir lanet getirmemesi ihtimaline karşı bu tür sözlerden uzak dur. Elimi kendi etime doğru uzatmam nasıl mümkün olabilir? Hayır, ayağa kalkalım ve yaşamak için bir şey arayalım ve başarısız olmayalım.
Dokuz gün boyunca yürüdüler ve aradılar, cennette alıştıkları gibi bir şey bulamadılar, sadece hayvan yemi buldular. Ve Adem Havva'ya dedi: 'Rab hayvanlara ve vahşilere yemeleri için bunu sağladı; ama meleklerin yemeğini yerdik. Ama bizi yaratan Tanrı'nın huzurunda ağıt yakmamız adil ve doğrudur. Büyük bir tövbe edelim: belki Rab bize lütfeder ve bize acır ve yaşamımız için bize bir pay verir. Ve Havva Adem'e dedi: 'Tövbe nedir? Söyle bana, ne tür bir tövbe etmeliyim? Kendimize tahammül edemeyeceğimiz kadar büyük bir yük yüklemeyelim ki Rab dualarımıza kulak vermesin ve sözünü bizden yerine getirmediğimiz için yüzünü bizden geri çevirsin. Ey rabbim, ne kadar tövbe ettin, çünkü sana bela ve ızdırap getirdim? Ve Adem Havva'ya dedi ki: "Benim kadar yapamazsın, ancak gücün yettiği kadarını yap. Çünkü kırk gün oruç tutacağım, ama sen kalk ve Dicle nehrine git ve bir taş kaldır ve nehrin derinliklerinde boynuna kadar suyun içinde onun üzerinde dur. Ve ağzınızdan hiçbir söz çıkmasın, çünkü Rab'be hitap etmeye layık değiliz, çünkü dudaklarımız haram ve yasak ağaçtan murdardır.
Ve otuz yedi gün ırmağın suyunda mı duruyorsun? Ama Rab Tanrı bize acır diye, Ürdün sularında kırk gün kalacağım.
Ve Havva Dicle nehrine yürüdü ve Adem'in ona söylediği gibi yaptı. Aynı şekilde, Adem Ürdün nehrine yürüdü ve suda boynuna kadar bir taşın üzerinde durdu. Ve Âdem dedi ki: Sana söylüyorum, ey Erden suyu, benimle beraber üzül ve sende bulunan bütün yüzücüleri (hayvanları) bana topla ve beni kuşatsınlar ve benimle beraber yas tutsunlar. Kendileri için değil, benim için ağlasınlar; çünkü günah işleyen onlar değil, bendim.'
Ansızın bütün canlılar gelip etrafını sardı ve o saatten sonra Ürdün'ün suyu (hareketsiz) ve akıntısı durdu.
Ve on sekiz gün geçti; Sonra Şeytan öfkelendi ve meleklerin parlaklığına dönüştü ve Dicle nehrine Havva'ya gitti ve onu ağlarken buldu ve şeytan da onunla birlikte üzülüyormuş gibi yaptı ve ağlamaya başladı ve ona dedi ki: nehirden dışarı ve artık ağıt yakma. Üzüntü ve iniltileri bırakın artık. Neden endişelisin ve kocan Adem? Rab Tanrı iniltilerinizi duydu ve tövbenizi kabul etti ve tüm melekler sizin adınıza yalvardık ve Rab'be yalvardık; ve sizi sudan çıkarmak ve cennette sahip olduğunuz ve uğrunda feryat ettiğiniz gıdayı size vermek için beni gönderdi. Şimdi sudan çık da seni erzakının hazırlandığı yere götüreyim.'
Ama Havva işitti, inandı ve ırmağın suyundan çıktı ve eti suyun soğukluğundan ot gibi (titriyordu) idi. Dışarı çıkınca yere düştü ve şeytan onu kaldırdı ve Adem'e götürdü.
Ama Adem onu ve şeytanı onunla birlikte görünce ağladı ve yüksek sesle bağırdı ve dedi ki: "Ey Havva, Havva, tövbenin emeği nerede?
Cennetteki yurdumuzdan ve manevi neşeden uzaklaştırdığımız hasmımız tarafından tekrar nasıl tuzağa düşürüldün?'
Ve Havva bunu işitince, onu nehirden çıkmaya ikna edenin (şeytan) olduğunu anladı; yüzüstü yere düştü ve kederi, iniltisi ve feryadı iki katına çıktı. Ve ağladı ve dedi ki: 'Vay sana ey şeytan. Neden bize sebepsiz yere saldırıyorsun? Bizimle ne işin var? Biz sana ne yaptık? Bizi zanaatla takip ettiğin için mi? Ya da neden kötülüğün bize saldırdı? Senin izzetini alıp şerefsiz mi bıraktık? Neden kötülük ve kıskançlıkla bize düşmansın (ve bize zulmediyorsun)?'
Ve şeytan derin bir iç çekerek konuştu: 'Ey Adem! Bütün düşmanlığım, hasedim ve kederim sanadır, çünkü göklerde melekler arasında sahip olduğum izzetimden senin için çıkarıldım ve senin için yere kovuldum.' Adem, 'Bana ne söylüyorsun? Ben sana ne yaptım ya da sana karşı suçum ne? Bizden bir zarar görmediğine göre, neden bizi takip ediyorsun?'
Şeytan, 'Adem, bana ne diyorsun? Senin hatırın için o yerden kovuldum. Yaratıldığın zaman. Tanrı'nın huzurundan kovuldum ve melekler topluluğundan kovuldum. Allah sana hayat nefesini üflediğinde ve senin yüzün ve suretin Allah'ın suretinde yapıldığı zaman, Mikail de seni getirdi ve (bizi) Allah'ın katında sana ibadet ettirdi; ve Rab Tanrı konuştu: İşte Adem. Seni suretimizde ve suretimizde yarattım.'
Ve Mikael dışarı çıktı ve tüm melekleri çağırdı: 'Rab Tanrı'nın emrettiği gibi Tanrı'nın suretine tapın.'
Ve önce Mikail'in kendisi tapındı; sonra beni aradı ve şöyle dedi: 'Rab Tanrı'nın suretine tapın.' Ben de, 'Âdem'e ibadet etmeye (ihtiyacım) yok' diye cevap verdim. Ve Mikail beni ibadet etmem için ısrar ettiğinden, ona dedim ki, 'Neden beni teşvik ediyorsun? (Benden daha aşağı ve daha genç bir varlığa ibadet etmem). Ben yaratılışta onun büyüğüyüm, o yaratılmadan önce ben yaratılmıştım. Bana ibadet etmek onun görevidir.'
Benim altımda bulunan melekler bunu işitince ona tapmaktan vazgeçtiler. Ve Mikael, 'Tanrı'nın suretine tapın, ama ona tapınmazsanız, Rab Tanrı size gazap edecektir' dedi. Ben de, 'Bana gazap ederse, yerimi göğün yıldızları üzerine kuracağım ve En Yüce Olan gibi olacağım' dedim.
Ve Rab bana gazap etti ve beni ve meleklerimi izzetimizden kovdu; ve senin yüzünden yurdumuzdan bu dünyaya kovulduk ve yeryüzüne atıldık. Ve bu kadar büyük bir ihtişamla şımartıldığımız için hemen kedere kapıldık. Ve seni böyle bir sevinç ve lüks içinde gördüğümüzde üzüldük. Ve hile ile karını aldattım ve izzetimden kovulduğum gibi, onun vasıtasıyla seni de senin zevkinden ve lüksünden kovdurdum.
Adem, şeytanın bunu söylediğini işitince, haykırdı ve ağladı ve şöyle dedi: 'Ya Rab Tanrım, hayatım senin ellerinde. Ruhumu yok etmeye çalışan bu Düşmanı benden uzaklaştır ve kendisinin kaybettiği ihtişamını bana ver.' Ve o anda, şeytan onun önünde kayboldu. Ama Âdem, (sonunda) Ürdün sularında kırk gün ayakta durarak kefaretine dayandı. Ve Havva Adem'e dedi ki: "Yaşa, ya Rabbi, sana hayat verildi, çünkü sen ne birinci ne de ikinci hatayı işlemedin. Ama ben yanıldım ve saptırıldım, çünkü Tanrı'nın buyruğunu tutmadım; ve şimdi beni hayatının ışığından kov ve ben gün batımına gideceğim ve ölene kadar orada olacağım.' Ve batıya doğru yürümeye, yas tutmaya, acı acı ağlamaya ve yüksek sesle inlemeye başladı. Ve rahminde üç aylık yavruları varken orada bir çardak yaptı. Ve dayanma vakti yaklaştığında, acılarla ıstırap çekmeye başladı ve Rab'be yüksek sesle haykırdı ve şöyle dedi: "Acı bana, ya Rab, bana yardım et." Ve işitilmedi ve Tanrı'nın merhameti onu kuşatmadı. Ve kendi kendine dedi ki: 'Efendim Adem'e kim söyleyecek? Sizden rica ediyorum, ey göklerin aydınları, doğuya ne zaman dönersiniz, efendim Adem'e bir mesaj iletin.'
Ama o saatte Adem dedi ki: 'Havva'nın şikayeti bana geldi. Belki de yılan onunla bir kez daha savaştı.'
Ve gitti ve onu büyük bir sıkıntı içinde buldu. Ve Havva dedi ki: 'Seni gördüğüm andan itibaren, lordum, kederli ruhum tazelendi. Ve şimdi Rab Tanrı'ya benim adıma, seni dinlemesini ve bana bakmasını ve beni korkunç acılarımdan kurtarmasını rica et.' Ve Adem Havva için Rab'be yalvardı. Ve işte, Havva'nın sağında ve solunda duran on iki melek ve iki "erdem" geldi; ve Michael sağda duruyordu; yüzünü göğsüne kadar okşadı ve Havva'ya dedi ki: 'Ne mutlu sana Havva, Adem adına. Duaları ve şefaatleri büyük olduğu için, yardımımızı kabul edesin diye gönderildim. Şimdi kalk ve kendini hazırla. Ve bir oğul doğurdu ve o parlıyordu; ve bebek hemen ayağa kalktı ve koştu ve elinde bir ot sapı taşıdı ve annesine verdi ve adı Kabil olarak adlandırıldı. Ve Adem Havva'yı ve çocuğu taşıdı ve onları Doğu'ya götürdü. Ve Rab Tanrı, başmelek Mikail tarafından çeşitli tohumlar gönderdi ve Adem'e verdi ve ona nasıl çalışacağını ve toprağa kadar nasıl çalışacağını gösterdi, böylece onlar ve tüm nesilleri yaşayabilir. Çünkü Havva bundan sonra hamile kaldı ve adı Habil olan bir oğul doğurdu ve Havva Adem'e dedi: "Efendim, ben uyurken bir rüyet gördüm, çünkü bu, Kabil'in elindeki oğlumuz Habil'in kanıydı, o kanını ağzına akıtıyordu. Bu yüzden üzüntüm var.' Ve Adem dedi ki, 'Eyvah, eğer Kabil Habil'i öldürdüyse. Yine de onları birbirinden karşılıklı olarak ayıralım ve her birine ayrı meskenler yapalım.' Ve Kayin'i çiftçi yaptılar, (ama) Hâbil'i de çoban yaptılar; bu şekilde karşılıklı olarak ayrılabilmeleri için.
Ve bundan sonra, Kabil, Habil'i öldürdü, ama Adem o zaman yüz otuz yaşındaydı, ama Habil yüz yirmi iki yaşındayken öldürüldü. Ve bundan sonra Adem karısını tanıdı ve bir oğlu oldu ve adını Şit koydu.
Ve Adem Havva'ya, 'İşte, Kabil'in öldürdüğü Habil'in yerine bir oğul doğurdum' dedi.
Ve Adem Şit'i doğurduktan sonra, sekiz yüz yıl yaşadı ve otuz oğul ve otuz kız babası oldu; altmış üç çocuğun hepsinde. Ve milletlerinde yeryüzü üzerinde çoğaldılar.
Ve Âdem Şit'e dedi: Dinle oğlum Şit, annenle ben cennetten kovulduktan sonra işittiğimi ve gördüğümü sana anlatayım. Dua ederken, Tanrı'nın elçisi Başmelek Mikail yanıma geldi. Ve rüzgar gibi bir araba gördüm ve tekerlekleri alevlendi ve doğruluk cennetine yakalandım ve Rab'bin oturduğunu gördüm ve yüzü dayanılmaz alev alevdi. Ve o arabanın sağında ve solunda binlerce melek vardı. Bunu görünce afalladım ve beni dehşet sardı ve yüzüm yere dönük olarak Tanrı'nın önünde eğildim. Ve Tanrı bana dedi: İşte öldün, çünkü Allah'ın emrini çiğnedin, çünkü sen daha ziyade kendi iradesine tabi kılmak için senin kudretine verdiğim karının sesini dinledin. Yine de onu dinledin ve sözlerimden geçmedin.'
Ve Allah'ın bu sözlerini işitince, yüzüstü yere kapandım ve Rab'be kulluk ettim ve dedim ki: "Rabbim, güçlü ve merhametli Allah, Aziz ve Adil Olan, azametinden sakınan ismin silinmesin." ama ruhumu değiştir, çünkü ölürüm ve nefesim ağzımdan çıkacak. Yerin çamurundan yarattığın (beni) huzurundan çıkarma. Beslediğini nimetinden uzaklaştırma.'
Ve sen! Senin hakkında bana bir söz geldi ve Rab bana dedi: Günlerin şekillendiğinden beri, bilgi sevgisiyle yaratıldın; bu nedenle senin soyundan Bana hizmet etme hakkı (hak) ebediyen alınmayacaktır.'
Ve bu sözleri duyduğumda. Kendimi yeryüzüne attım ve Rab Tanrı'ya tapındım ve 'Sen sonsuz ve yüce Tanrı'sın; ve tüm yaratıklar sana şeref ve övgü verir.
'Sen tüm ışık(lar)ın üzerinde parıldayan gerçek Işıksın, Yaşayan Hayat, sonsuz kudretli Güç. Sana, manevi güçler onur ve övgü verir. Sen insan ırkı üzerinde merhametinin bolluğu üzerinde çalışıyorsun.'
Rab'be ibadet ettikten sonra, doğrudan Tanrı'nın baş meleği Mikail elimi tuttu ve beni 'görme' cennetinden ve Tanrı'nın emrinden kovdu. Ve Michael elinde bir değnek tuttu ve cenneti çevreleyen sulara dokundu ve sular dondu.
Karşıya geçtim ve başmelek Mikail benimle karşıya geçti ve beni yakaladığı yere geri götürdü. Oğlum Şit, bilgi ağacından yediğimde ve bu çağda olacakları bildiğimde ve sezdiğimde bana vahyedilecek olan diğer sırları [ve ayinleri] bile dinle. ; [Tanrı'nın insan ırkını yarattığına yapmak istediği şey. Rab bir ateş alevi içinde görünecek (ve) majestelerinin ağzından emirler ve kanunlar verecek [ağzından iki ağızlı bir kılıç çıkacak] ve onlar O'nu majestelerinin meskeninin evinde takdis edecekler. .
Ve onlara heybetinin harikulade yerini gösterecek. Ve sonra onlar için hazırlayacağı memlekette RABBE bir ev yapacaklar ve orada O'nun kanunlarını çiğneyecekler ve mabetleri yakılacak ve memleketleri terk edilecek ve kendileri dağılacak; çünkü onlar Allah'ın gazabını alevlendirdiler. Ve bir kez daha onları dağıldıkları yerden geri döndürecektir; ve yine Tanrı'nın evini inşa edecekler; ve son kez Tanrı'nın evi eskisinden daha büyük olacak. Ve bir kez daha kötülük, doğruluğu aşacak. Ve bundan sonra Tanrı, [görünür biçimde] yeryüzünde insanlarla birlikte oturacaktır; ve sonra doğruluk parlamaya başlayacak. Ve Tanrı'nın evi çağda onurlandırılacak ve düşmanları artık Tanrı'ya inanan adamlara zarar veremeyecek; ve Tanrı Kendisi için sonsuza dek kurtaracağı sadık bir halkı harekete geçirecek ve dinsizler, yasalarını sevmeyi reddeden kralları Tanrı tarafından cezalandırılacak. Gökler ve yer, geceler ve gündüzler ve tüm yaratıklar O'na itaat edecek ve O'nun buyruğundan çıkmayacaktır. İnsanlar işlerini değiştirmeyecekler, ancak Rab'bin yasasını terk etmekten değiştirilecekler. Bu nedenle Rab kötüleri Kendinden uzaklaştıracak ve doğrular Tanrı'nın gözünde güneş gibi parlayacak. Ve o vakitte insanlar su ile günahlarından arınacaklardır. Fakat suyla arınmak istemeyenler mahkûm edilecektir. Ne mutlu ki, nefsine hükmeden adam, Hüküm gelip çattığında ve Allah'ın büyüklüğü insanlar arasında görüldüğünde ve yaptıkları işler adil yargıç Allah tarafından soruşturulduğunda. Âdem dokuz yüz otuz yaşına geldikten sonra, günlerinin sona erdiğini bildiği için şöyle dedi: 'Bütün oğullarım benim yanıma toplansınlar, ben ölmeden önce onları mubarek kılayım ve onlarla konuşayım.'
Ve onlar, Rab Allah'a ibadet etmekte oldukları dua evinde, onun gözünün önünde üç kısım halinde toplandılar. Ve O'na sordular (dediler): 'Baba, seni ne ilgilendirir ki, bizi bir araya topla ve neden yatağına uzanıyorsun? 'Sonra Adem cevap verdi ve 'Oğullarım, hastayım ve ağrım var' dedi. Ve bütün oğulları ona dediler ki: 'Baba, bu hastalık ve acı ne anlama geliyor?'
Bunun üzerine oğlu Şit dedi: "Ey efendim, yemeyeceğiniz cennet meyvesinin hasretini çekmiş ve bu yüzden üzüntü içinde mi yatıyorsunuz? Söyle bana, cennetin en yakın kapılarına gidip başıma toprak koyayım ve cennetin kapılarının önünde kendimi yere atıp ağlayayım ve yüksek sesle feryatla Allah'a yalvarayım; Belki beni dinler ve meleğini bana hasretini çektiğin meyveyi getirmesi için gönderir.'
Adem cevap verdi ve dedi ki: 'Hayır oğlum, (bunun için) özlemiyorum, fakat vücudumda bir zayıflık ve büyük bir acı hissediyorum.' Seth, 'Acı nedir, lord babam? ben cahilim; ama onu bizden gizleme, bize haber ver.'
Ve Adem cevap verdi ve dedi: 'Beni dinleyin oğullarım. Allah bizi, beni ve anneni yarattığında ve bizi cennete koyduğunda ve meyve veren her ağacı bize verdiğinde, cennetin ortasında bulunan iyiyi ve kötüyü bilme ağacından bize yasak koydu; (diyerek) 'Ondan yemeyin.' Ama Tanrı cennetin bir parçasını bana ve (bir parçasını) annene verdi: Aquilo'ya karşı olan doğu ve kuzeydeki ağaçları bana verdi ve güneyin bir kısmını ve annene verdi.
(Üstelik) Allah, bizi koruması için bize iki melek verdi. Meleklerin Tanrı'nın huzurunda tapınmak için yükseldikleri saat geldi; Düşman [şeytan], melekler yokken fırsat buldu ve şeytan, anneni haram ve haram ağaçtan yemeye yöneltti. Ve yiyip bana verdi.
Ve hemen, Rab Allah bize gazaplandı ve Rab bana dedi: 'Bununla emrimi geride bıraktın ve sana doğruladığım sözümü tutmadın; işte, senin vücuduna yetmiş darbe indireceğim; Başından, gözlerinden ve kulaklarından başlayarak ayak parmaklarındaki tırnaklarına kadar ve ayrı ayrı her uzvunda azap göreceksin. Bunlar, Tanrı'nın azap için atadığı şeylerdir. Bütün bu şeyleri Rab bana ve tüm ırkımıza gönderdi.' Adem oğullarına böyle söyledi ve şiddetli ağrılara tutuldu ve yüksek sesle bağırdı: Ne yapmalıyım? sıkıntı içindeyim. Beni kuşatan acılar o kadar acımasız ki.' Ve Havva onun ağladığını görünce, kendisi de ağlamaya başladı ve şöyle dedi: 'Ya Rab Tanrım, onun acısını bana ver, çünkü günah işleyen benim.' Ve Havva Adem'e dedi: "Efendim, bana acılarından bir pay ver, çünkü bu sana benim suçumdan geldi." Ve Adem Havva'ya dedi: "Kalk ve oğlum Şit ile cennet mahallesine git ve kafalarına toprak sür ve kendini yere at ve Allah'ın huzurunda ağıt yak" dedi. Muhakkak ki (size) acır ve meleğini, içinden hayat yağının aktığı rahmet ağacına gönderir ve beni onunla meshetmek için size bir damla verir ki bunlardan kurtulayım. '
Sonra Seth ve annesi cennetin kapılarına doğru yola çıktılar. Ve onlar yürürken, lo! aniden bir canavar [bir yılan] geldi ve saldırdı ve Seth'i ısırdı. Ve Havva bunu görür görmez ağladı ve şöyle dedi: 'Ey zavallı kadınım. Allah'ın emrini tutmadığım için lânetliyim.'
Ve Havva yılana yüksek sesle dedi: 'Lanetli hayvan! Nasıl oluyor da Allah'ın suretine karşı salıvermekten korkmayıp onunla savaşmaya cüret ettin?'
Canavar insanların dilinde cevap verdi: 'Kötülüğümüz sana karşı değil mi Havva? Öfkemizin nesneleri siz değil misiniz?
Söylesene Havva, meyveden yemek için ağzın nasıl açıldı? Ama şimdi seni azarlamaya başlarsam buna dayanamazsın.'
Sonra Şit canavara dedi: 'Rab Tanrı seni sövüyor. Sus, dilsiz ol, kapa çeneni, Hakk'ın lanetli düşmanı, karıştırıcı ve yok edici. Rab Tanrı'nın çileye çekilmeni emredeceği güne kadar Tanrı'nın suretinden kaçın.' Ve canavar Seth'e şöyle dedi: "Bak, senin söylediğin gibi, Tanrı'nın suretinin huzurundan ayrılıyorum." Hemen dişlerinden yaralanan Seth'ten ayrıldı. Fakat Şit ve annesi, hasta Âdem'i mesh etmek için rahmet yağı için cennet bölgelerine gittiler ve cennetin kapılarına geldiler, (ve) yerden toprak alıp başlarının üzerine koydular ve rüku ettiler. yüzleri yere dönük ve ağıt yakmaya ve yüksek sesle inlemeye başladılar, Rab Tanrı'ya, çektiği acılarda Adem'e acımasını ve 'merhamet ağacından' onlara yağ vermesi için meleğini göndermesini istedi.
Ama onlar saatlerce dua edip yakardıklarında, işte, melek Mikail onlara göründü ve şöyle dedi: 'Ben size Rab tarafından gönderildim -Ben Tanrı tarafından insanların bedenleri üzerine görevlendirildim- size söylüyorum, Şit. (Sen) Allah adamı, ağlama ve dua etme, rahmet ağacının yağından dolayı, vücudunun ağrıları için baban Âdem'i meshetmeni dileme.
"Çünkü sana derim ki, son günlerden başka hiçbir şekilde onu alamazsın."
[Beş bin beş yüz yıl dolduğunda, Tanrı'nın oğlu olan en sevilen kral Mesih, Adem'in bedenini diriltmek ve onunla birlikte ölülerin bedenlerini diriltmek için yeryüzüne gelecek. O, Tanrı'nın Oğlu, geldiği zaman Erden ırmağında vaftiz edilecek ve Erden sularından çıkınca Kendisine iman edenlerin hepsini merhamet yağından meshedecek. Ve merhamet yağı, sudan ve Kutsal Ruh'tan sonsuz yaşam için yeniden doğmaya hazır olanlar için nesilden nesile olacaktır. O zaman Tanrı'nın en sevgili Oğlu Mesih, yeryüzüne inerken, baban Adem'i cennete, merhamet ağacına götürecektir.]
"Ama sen, Şit, baban Adem'e git, madem ki onun ömrü doldu. Altı gün sonra ruhu bedeninden çıkacak ve dışarı çıktığında gökte ve yerde büyük mucizeler ve göklerin nurlarını göreceksin. Bu sözlerle Michael hemen Seth'ten ayrıldı.
Ve Havva ve Şit, yanlarında narenciye, çiğdem, Hint kamışı ve tarçın gibi güzel kokulu bitkilerle döndüler.
Ve Şit ve annesi Adem'e vardıklarında, ona canavarın [yılanın] Şit'i nasıl ısırdığını anlattılar. Ve Adem Havva'ya dedi: 'Ne yaptın? Tüm nesillerimiz için başımıza büyük bir bela, günah ve günah getirdin; ve bu yaptığın, benim ölümümden sonra çocuklarına söyle, [çünkü bizden doğanlar çalışıp başarısız olacaklar, ama onlar eksik olacak ve bizi lanetleyecekler. (ve) de ki: Başta olan ana-babamız, bize bütün kötülükleri getirdi].' Havva bu sözleri işitince ağlamaya ve inlemeye başladı.
Ve tıpkı baş melek Mikail'in önceden söylediği gibi, altı gün sonra Adem'in ölümü geldi. Adem ölüm saatinin yaklaştığını anlayınca bütün oğullarına şöyle dedi: 'Bakın, ben dokuz yüz otuz yaşındayım ve eğer ölürsem, beni şuradaki meskenin tarlasında güneşin doğuşuna doğru gömün.' Ve öyle oldu ki tüm konuşmasını bitirdiğinde hayaletten vazgeçti. (Sonra) güneş karardı, ay ve yıldızlar yedi gün boyunca ve Şit yasında babasının bedenini yukarıdan kucakladı ve Havva ellerini başının üzerinde kavuşturmuş yere bakıyordu ve bütün çocukları ağladı. en acı şekilde. Ve işte, melek Mikail göründü ve Adem'in başında durdu ve Şit'e dedi: "Babanın bedeninden kalk ve bana gel ve Rab Tanrı'nın onun hakkında ne yazacağını gör. Yaratığı odur ve Tanrı ona acıdı.'
Ve bütün melekler borazanlarını üflediler ve haykırdılar:
"Ne mutlu sana, ya Rab, çünkü yaratığına acıdın."
Sonra Şit, Tanrı'nın Adem'i tutan elinin uzandığını gördü ve onu Mikail'e teslim ederek şöyle dedi: 'Kıyamet gününe kadar, onun kederini sevince dönüştüreceğim son yıllara kadar senin sorumluluğunda olsun.
Sonra onun yerine geçenin tahtına oturacak.'
Ve Rab, melekler Mikail ve Uriel'e tekrar dedi: 'Bana byssus'tan üç keten giysi getirin ve onları Adem'in üzerine ve diğer keten giysileri oğlu Habil'in üzerine yayın ve Adem ile oğlu Habil'i gömün.'
Ve meleklerin tüm "güçleri" Adem'in önünde yürüdü ve ölülerin uykusu kutsandı. Ve melekler Mikail ve Uriel, Adem ve Habil'i Cennet'in yerlerine, Şit'in ve annesinin [ve başka kimsenin] gözleri önünde gömdüler ve Mikail ve Uriel şöyle dediler: 'Gördüğünüz gibi, aynı şekilde gömün. ölü.'
Altı gün sonra Adam öldü; ve Havva öleceğini anladı, (böylece) bütün oğullarını ve kızlarını Şit'i otuz erkek ve otuz kız kardeşle bir araya topladı ve Havva herkese dedi: 'Beni dinleyin çocuklarım ve size başmelek Mikail'in ne dediğini anlatayım. Babanla ben Allah'ın emrini çiğnediğimizde, sizin haddi aşmanızdan dolayı Rabbimiz, hükmünün gazabını, önce suyla, sonra da ateşle, ırkınızın üzerine getirecektir; Rab tüm insan ırkını bu ikisi aracılığıyla yargılayacak Ama beni dinleyin çocuklarım. Öyleyse siz taştan, başkalarını da çamurdan sofralar yapın ve benim ömrüm boyunca ve babanızın bizden işittiği ve gördüğü (tüm) üzerlerine yazın. Rab ırkımızı suyla yargılarsa, kilden masalar çözülecek ve taştan masalar kalacak; ama ateşle taştan sofralar kırılır ve kilden sofralar (sert) pişirilir.'
Havva bütün bunları çocuklarına söyledikten sonra dua ederek ellerini göğe açtı, dizlerini yere büktü ve Rab'be tapınıp O'na şükrederken, hayaletten vazgeçti. Bundan sonra, bütün çocukları onu yüksek sesle feryatlarla gömdüler.
Onlar dört gün yas tutarken, (o zaman) baş melek Mikail göründü ve Şit'e dedi: "Ey Allah adamı, altı günden fazla ölün için yas tutma, çünkü yedinci gün dirilişin işaretidir ve geri kalan günlerin alâmetidir." gelecek yaş; yedinci gün Rab bütün işlerinden dinlendi.'
Bunun üzerine Seth masaları yaptı.
2 notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing – 184. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 184: Dağ Yolunu Kesmek, Veliaht Prensin Başarısız Hırsızlık Girişimi
Defalarca söyleyerek Feng Xin’in kralı ve kraliçeyi korumak için geride kalacağından emin olmuştu, bu esnada kendisi ise küçük, bakımsız kulübeden ayrılmıştı. Yürürken sürekli arkasına bakıyordu, kalbi çok hızlı atıyordu. Uzun bir süre yürüdükten sonra, en sonunda Feng Xin’in takip etmediğinden emin olduğunda rahatlayabilmişti.
Kendisini toparladı, on kilometre yürüyüp durduktan sonra Xie Lian en sonunda uygun bir konum bulmuştu – kısmen terk edilmiş, ıssız bir dağ yolu.
Xie Lian etrafını tarafı ve çevresinde hiç kimse yoktu. Ardından yüzünü beyaz ipekle kapattı, sıkıca sardı ve güvenliğe aldıktan sonra bir ağaca zıplayarak kendini gizledi. Nefesini tuttu ve odaklandı. Bir sonraki hamlesi yolcuların geçişini beklemekti.
Evet. Bulduğu ‘yol’ buydu; ‘zenginlerden çalıp fakire vermek’.
Geçmişte, Xie Lian sadece zenginlerden çalıp fakirlere veren kanundışılardan kitaplarda ve masallarda bahsedildiğini duymuştu. Kendisi hiç yapmamıştı ve hiç aklından da geçmemişti, sonuçta esas inancı şuydu: ne kadar cüzi olursa olsun, sebebi ne olursa olsun, hırsızlık hırsızlıktı, çalmak çalmaktı. Diğer türlü, Xie Lian’ın fiziksel yetenekleriyle çatıların üzerinde uçarak küçük şeyler araklamak bir yana, muhafızları öldürmek ve tüm bir hazineyi soymak onun için hiçbir şeydi.
Ama şimdi bu noktaya kadar geldikten sonra başka şansı kalmamıştı. Eğer illa söylemesi gerekirse ‘soymak’, ‘çalmak’tan minik bir miktar daha iyiydi, muhtemelen nedeni ilkinin kıyasla daha ‘aleni’ yapılmasıydı. Uzun bir iç çekişmenin ardından Xie Lian eski halinin yüzüne bir tokat attı ve kendine bir zenginlik sağlamak adına diğerlerinin hazinelerini çalmayı planladı.
En hızlı yol buydu!
Xie Lian ağaca tünedi. Ay saklanıyor, rüzgar feryat ediyordu ve her yanı terk edilmişti, yaşamdan uzaktı. Ama kalbi vahşice çarpıyordu.
En gaddar yaratıklarla yüzleşirken bile Xie Lian daha önce hiç bu kadar gergin hissetmemişti. Soğuk ve sert bir çörek çıkartırken elleri hafifçe titriyordu.
Hala yemek seçebiliyorsan, bu gerçekten aç olmadığın anlamına gelirdi. Xie Lian bunu anladığı zaman, aniden buğulanmış böreklerin tadına alışmıştı.
Kış hızla geliyordu ve geceleri inanılmaz soğuktu. Xie Lian soğuk çöreği kemirdi ve beyaz buhardan birkaç nefes verdi. Görülmek istemediği için, Xie Lian daha kalabalık bir yer seçmeyi hiç düşünmemiş ve özellikle bu terk edilmiş bölgeyi seçmişti. Tam dört saat kadar bekledikten sonra ise en sonunda dağ yolunun ucundan yavaşça yaklaşmakta olan bir yolcu belirmişti.
Xie Lian hemen harekete geçti, birkaç ısırıkta çöreği bitirdi ve yavaşça yaklaşmakta olan yolcuya odaklandı. Ardından onun yaşlı bir adam olduğunu fark etti.
Çok yaşlı bir adamdı, ama temiz ve parlak giyinmişti, biraz olsun varlıklı olmalıydı. Ancak elbette Xie Lian’ın faaliyet kapsamına girmiyordu. Xie Lian hayal kırıklığına mı uğradığını yoksa rahatladığını mı anlayamıyordu, ama her şekilde kesinlikle yaşlı adamı görmezden gelmeye ve gitmesine izin vermeye karar vermişti, sıradaki kişiyi beklemeye devam etti.
İki saat sonra, Xie Lian’ın ayakları çömelmekten uyuşmaya başlamıştı ve alt bedeni neredeyse donmuştu, ama aniden ikinci bir kişi belirmişti. Bu kişinin de yavaş yürüdüğünü fark ederek merak etti, Yaşlı birisine saldırmalı mıyım?
Kişi en sonunda yaklaştığı zaman ise onun yaşlı değil aksine genç olduğunu fark etti.
Genç sıradan ve iyi birisine benziyordu, yüzü gülümsemelerle doluydu ve yavaş yürümesinin nedeni ağır bir çuval pirinç taşımasıydı.
Xie Lian’ın avuçları terliyordu ve kendi kendisine sordu, …Saldırmalı mıyım?
Bir an tereddüt ettikten sonra nihayetinde vazgeçti.
Vazgeçmesinin nedeni genç adamın kıyafetlerinin yamalı olmasıydı, ayağındaki hasır ayakkabılar yırtılarak parmak uçlarını açıkta bırakıyorlardı; bariz bir şekilde fakir bir hanedendi. Mutlu görünmesinin nedeni ise muhtemelen sırtında karnını doyurabileceği büyük bir çuval pirinç olmasıydı ve belki de ailesi günlerdir açlık çekiyordu ve belki de bu çuvalı evindeki tek ineği satarak kazanmıştı. Eğer soyulacak olursa mahvolmaz mıydı?
Xie Lian kendi kafasında her türden senaryoyu sahneliyordu. Sonrasında çuvalın yarısını almak aklına gelmemiş değildi, ama bu olduğu zaman genç adam çoktan gözden kaybolmuştu. Böylece, Xie Lian katı bir şekilde bir daha düşünmeyeceğine karar vermişti ve sıradaki kişiyi beklemeye devam etti.
Böylece ağaca tünemiş ve saatlerdir çaresiz bir şekilde bekliyordu, kararan geceden ta şafağa dek. Bu süre boyunca yoldan geçen düzinelerce insana denk gelmişti. Ancak her seferinde tam Xie Lian saldırmak üzereyken, hep bu durumu uygunsuz çıkaran bir sebep bulmuştu ve gitmelerine izin vermişti. Pek çok kez, boş ver, demişti, geri dön gitsin. Hiçbir haydut ona benzemezdi; sahiden soyguna başlasa bir mucize olacaktı. Ama ne zaman geri döndüğünde evde ne yemek ne de ilaç olacağı aklına gelse, beklemeye devam etmek için kendisini zorluyordu.
Neredeyse yarım gün geçtikten sonra, dağ yolunun uzak ucunda son yolcu belirmişti.
Orta yaşlı bir adam, kaliteli giysilere bürünmüştü, ne zengin ne soyluydu, tipi yabani ve pisti, iğrenç görünüyordu. Xie Lian tek bir bakışta onun iyi birisi olmadığını anlamıştı.
Ama, kitabı kapağına göre yargılamamak gerekirdi, Xie Lian düşünmekten kendini alamadı, Ya bu adam sadece dış görünüş olarak böyleyse ama içten içe iyi bir insansa? Zenginse bile, bu soyulması için bir sebep mi?
İç çekişmeleriyle mücadele ederken aniden karnından gelen gurultu onu dalgın düşüncelerinden çıkardı ve Xie Lian iç çekti, Boş ver, bu kadar düşünemem. Sensin!
Kararını verdikten sonra ağaçtan atladı ve bağırdı. “OLDUĞUN YERDE KAL!”
Yolunu yarıda kesen yüzü maskeli adamı görünce adam şaşırmış ve haykırıyordu. “Kimsin sen? Yüzünü saklayarak gizli gizli ortaya çıktın, amacın ne??”
Xie Lian kendisini konuşmaya zorladı. “…BANA… BANA…”
Ama sonuçta zihninde bir engel vardı ve bir süre kekeledikten sonra nihayetinde sözler ağzından dökülmüştü. “BANA ÜZERİNDEKİ TÜM PARAYI VER!”
Adamın ağzı ardına dek açılmıştı, yerinden sıçradı ve çığlık attı. “İMDAT! YARDIM EDİN! HIRSIZ VAR!”
Ardından arkasını döndü ve kaçtı. Onun kaçışından çok Xie Lian’ı endişelendiren başkalarına sesinin ulaşmasıydı. Her ne kadar bu yer ıssız, çıplak bir dağ ve birisiyle karşılaşma ihtimalleri oldukça düşük olsa da, hatta birisi çıksa bile muhtemelen kaçacaktı, ama sonuçta hırsızların vicdanı suçlulukla doluyordu.
Xie Lian hemen bağırdı. “DUR! BAĞIRMAYI BIRAK!”
Sanki adam onu dinlermiş gibi. Ormana kadar kaçıp koştu, ardından trajik bir şekilde ‘AAAAY’ diye bağırdı.
Xie Lian ormanda adama saldıran bir yaratık olmasından korkmuştu ve hemen seslendi. “BEKLE! Dikkat et!...”
Ancak beklenmedik bir şekilde ona yetişip gördüğü zaman dona kalmıştı, yüzü gittikçe soluyordu.
Ormanın içinde zaten bir grup insan vardı ve hepsi ona doğru bakıyordu. Xie Lian yaklaştığı zaman bir tuhaflık olduğunu fark etti. Onlar insan değildi. Orta yaşlı adam ise onları hiç görmemişti ve hala panik içindeydi. Ama kendisi için, bu grubun içinde tanıdık yüzler vardı.
Elbette olacaktı. Geçmişte onları Cennette görmüştü, kimisi Üst Cennettendi kimisi ise aşağıdan. Onların hepsi cennet mensuplarıydı!
Adamın bir önceki bağırışının nedeni takılıp düşmesiydi ve ellerinde büyük bir deste koruyucu tılsımla kendi kendisine dua ediyordu. “Tanrım, tanrım! Gel kurtar beni! Gel kurtar beni!”
Ve tüm dilendiği ‘tanrılar’ sahiden gelmişlerdi!
Tam bu sırada, sayısız cennet mensubunun gözü Xie Lian’ın üzerindeydi, bakışlarıyla onu mıhlamışlardı. Adam tuhaf maskeli hırsızın donakaldığını görünce, hızla fırlayıp kaçmıştı. Xie Lian onu kovalamak için tek bir adım atamıyordu; tüm bedeni katılaşmıştı, soğuk terlerle yıkanmış ve kalbi dehşetle dolmuştu.
Evet. Dehşetle.
Tek umudu yüzündeki beyaz ipek bandajın daha önceden karşılaştığı cennet mensuplarının onu tanıyamayacakları kadar sıkı olmasıydı.
Ancak, işler asla umulduğu gibi gitmezdi ve cennet mensuplarından birisi onu şöyle bir süzdükten sonra şaşkınlıkla konuştu. “…Bu… Prens Hazretleri değil mi?”
“…”
Bir diğer cennet mensubu daha da şok olmuştu. “Ah, sahiden o! Ekselanslarının burada ne işi var? Ve neden böyle giyindiniz?”
Xie Lian’ın kalbi gittikçe derinlere batıyordu, yer yarılıp içine girmiş gibiydi.
“Biraz önceki adam ‘yardım edin’, ‘hırsız var’ demiyor muydu? Hırsız kovalamıyor muydu onu? Bu hırsız… Ekselansları?!”
“Cennet adına! Ekselansları… Sahiden böyle bir şey mi yapıyorsun?!”
Bunu duyunca Xie Lian olduğu yerde bayılacaktı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, en sonunda çatlak sesiyle. “Ben…” diyebildi.
Bir şey söylemek istiyordu, ama kelimeler çıkmayacaktı, boğazına dizilmişlerdi. Cennet mensuplarının yüzünde okunmaz ifadeler vardı. Bir an sonra cennet mensuplarından birisi omzuna vurdu. “Endişelenme, endişelenme, Ekselansları, anlıyoruz.”
Xie Lian’ın omzuna vurulmuştu; hiçte sert değildi ama neredeyse dengesini kaybedecekti. Tekrar denedi. “Ben…”
O cennet mensubu güldü. “Bunu yapmanın tek nedeni sahiden büyük bir zorluk yaşıyor olman, anlaşılabilir bir sebep. Endişelenme, kimseye söylemeyeceğiz.”
Söylemekte zorlanmasının nedeni tam olarak buydu. Diğerleri önce dile getirdiği için, başka ne ekleyebilirdi sahiden bilmiyordu.
Bir an sonra en sonunda mırıldanabildi. “…Peki, teşekkürler. O zaman… ben geri dönüyorum. Gidiyorum.”
Nasıl ayrıldığını da bilmiyordu. Her şekilde en sonunda kendisine geldiğinde tekrar dağ yolundaydı ve soğuk gece rüzgarı onu kendisine getirmişti.
Ancak o zaman Xie Lian biraz önce yaşadığı kabusa bir anlam verebilmişti.
O, Xie Lian, Xian Le’nin Veliaht Prensi – bir hırsızdı?!
Nasıl bu hale gelmişti?!
Xie Lian pişmanlıkla dolmuştu; yolda yankesicilik yapmayı düşünen geçmiş hali delirmiş olmalıydı ve şimdi işler çığırından çıkmıştı. Neden her ne kadar eline hiçbir şey geçmese de, suçüstü yakalanabilecek kadar şanssızdı?
Xie Lian geçmiş hayatında daha önce hiç böyle bir şeyle yüz yüze gelmemişti, bu yüzden ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Baştan aşağıya yanıyordu, zihni tamamen bulanmıştı ve yüzünü elleriyle kapattı. Keşke zamanı geri alabilseydi; sağlığını ve efsun gücünü bile takas etmeye hazırdı. Sıkıntı içinde boğulurken, göz ucuyla aniden bulanık beyaz bir siluet gördü. Xie Lian hemen alarm verdi, hızla başını çevirdi.
“KİM VAR ORADA?!”
Başını çevirdiği anda figür kaybolmuştu ve tekrar buz gibi terlerle sarıldı.
Her ne kadar adamın yüzünü görememiş olsa da, yine de onun maske taktığını hissetmişti!
Ama bir süre etrafını taradıktan sonra hala hiç kimseyi bulamamıştı ve Xie Lian da anlık panik nedeniyle hayal gördüğünden ş��phelenmeye başlamıştı. Ne olursa olsun daha fazla orada kalmaya cesaret edemedi ve hızla dağdan indi.
Döndüğü zaman, Feng Xin neredeyse yarım gündür onu bekliyordu. Onu gördüğü anda haykırdı. “Ekselansları, nereye gittin? Aklına ne gelmişti?”
Xie Lian ona söylemeye cesaret edemedi. Hiç kimseye söylemezdi, özellikle de Feng Xin’e. Xie Lian tüm kalbiyle onun doğruluğuna ve ahlakına inanan Feng Xin’e böyle bir şeyi söylediği zaman onun aklından ne geçeceğini hayal dahi edemiyordu. Tek umudu bu olayın sonsuza dek kalbine gömülmesiydi.
Böylece Xie Lian belirsiz bir yanıt verdi. “Hiç.”
Feng Xin şaşkındı. “Ne? Neden bunca zamandır yoktun?”
Xie Lian’ın zihni uyuşmuştu. “Daha fazla soru sorma. Hiçbir şey yapmadım.”
Feng Xin afallamıştı, ama ne sorarsa sorsun Xie Lian yanıt vermeyi reddediyordu. Bir hizmetkar olarak zorlamak haddi değildi ve tek yapabileceği nihayetinde fısıldamak olmuştu. “Yarın gösteri yapamaya gidiyor muyuz?”
“Ben artık dışarıya çıkmıyorum.” Diye yanıtladı Xie Lian.
Artık tümüyle bir kaosun içine düşmüştü, aklı imkansız endişelerle sarılıydı: Ya o orta yaşlı adama denk gelirse? Ya bütün şehir şu anda onu arıyorsa?
Feng Xin onun tuhaf göründüğünü fark etmişti. “Yorgun olmalısın? O zaman Ekselansları, şuna ne dersin, sen içeriye gir. Ben kendim giderim. Sen çalışmaya odaklan.”
Ancak Xie Lian’ın şu anda çalışmaya veya kendini geliştirmeye odaklanamayacağını bilmiyordu.
Xie Lian ilk başta çalışmayı denemişti, çünkü Üst Cennete geri dönmenin tek yolu buydu. Ama şimdi Üst Cennete dönme düşüncesi onu dehşete düşürüyordu.
Her ne kadar karşılaştığı mensuplar kimseye söylemeyeceklerine söz vermiş olsalar da, sahiden söylemezler miydi? Bu mesele cennetteki herkesin kulağına çoktan ulaşmış mıydı?
Bu ihtimali düşününce Xie Lian nefes alamıyordu. Bu şekilde yaftalanmaya kesinlikle dayanamazdı, tüm üst cennet ve alt cennet, hatta tüm ölümlü diyar tarafından parmakla gösterilmeye!
Tükenmişliği içinde Xie Lian kendinden geçti. Uykusu huzursuzdu ve dönüp durmuştu, bilinmeyen kabuslar tarafından rahatsız edilmişti ve şok içinde uyandığı zaman pencereden dışarıya baktı, hava çoktan kararmıştı.
Feng Xin etrafta yoktu; kendi başına gösteri yapamaya gitmişti belli ki ve henüz geri dönmemişti, ve yan odadan kral ve kraliçenin bastırılmış sesleri ve kısık öksürükleri duyuluyordu. Xie Lian yerde yattı. Şimdi uyandığı için düşüncelerine engel olamıyordu, eğer bu mesele sahiden yayılırsa, ailesi öğrenince ne tepki verecekti? Ne kadar şok olacaklardı? Kral muhtemelen öfkeyle yere basardı, kan tükürürken öfkeyle Xian Le için bir utanç kaynağı olduğunu söylerdi. Kraliçe ise, kesinlikle ona bağırmazdı, ama ıstırapla dolardı, çünkü biricik oğlu onları utandırmıştı.
Bunlar aklına gelince Xie Lian tekrar nefes almakta zorlanmaya başladı. Kendi olabileceği bir yere gitmesi gerekiyordu ve sakinleşmeliydi, bu nedenle hasır şilteden kalktı ve dışarıya fırladı, yüzüne esen duygusuz rüzgarlarla neredeyse on kilometre körlemesine koştu.
İnsanların olduğu hiçbir yerde durmaya cüret edemiyordu, çünkü diğerleri sürekli ona bakıyordu, dağınık halini yargılıyorlardı. En sonunda hiç kimsenin olmadığı bir mezarlığa gelince durdu.
Gece öncekine göre daha soğuktu ve ancak buraya gelince Xie Lian yüzünün ve ellerinin soğuk ısırıklarıyla katılaştığını fark etmişti, bedeni titriyordu. Sadece soğuktan da değildi; dehşet ve panik de vardı. Xie Lian bilinçsiz bir şekilde kollarına sarıldı, birkaç sıcak nefes verdi, gözleriyle etrafı tarafı ve bir mezarın önünde, sunulmuş iki şarap kavanozu durduğunu fark etti.
Görünüşe göre bu mezar taşının sahibi hayattayken şarap içmeyi seviyordu, bu nedenle de ölümünde, diğerleri mezarı temizlemeye gelirken ona şarap bırakıyorlardı. Xie Lian çömeldi. Daha önce hiç şarap içmemişti, ama insanların şarabın ısıttığını ve unutmaya yardım ettiğini söylediğini işitmişti. Bir an tereddüt ettikten sonra aniden şaraba uzandı, mantarı çekti ve boğazına boşaltmaya başladı.
Şarap hiçte iyi sayılmazdı; ucuz ve büyüktü, tadı acı ve sertti. Xie Lian birkaç ağız dolusu yuttu ve öksürmeye başladı, ama sahiden de biraz ısınmış gibiydi. Böylece Xie Lian ağzını sildi ve yere oturdu, kavanoza sarıldı ve dolu dolu yudumlarla şarabı içmeye devam etti.
Sersem bir halde, küçük bir hayalet alevinden topun uçtuğunu gördü, etrafında daireler çiziyor, titreşiyor ve gergin görünüyordu. Xie Lian sadece içmeye odaklanmıştı ve hiç tepki vermedi. Hayalet alevi topu ise tüm gücünü kullanarak ona yaklaşmaya çalışıyor gibiydi, ama boş alevlerden başka bir şey olmadığı için ne zaman yaklaşsa, bedeninin içinden geçip gidiyor ona asla dokunamıyordu.
Kavanozu bitirdikten sonra, Xie Lian çakırkeyif ve sersemdi, sarhoş gözleri düşmeye başlamıştı. Onun oraya buraya koştuğunu, bir yandan zavallı bir yandan da komik göründüğünü fark edince ‘pfft’ diye gülmekten kendini alamadı, kolu şarap kavanozunun üzerinde dinleniyordu.
“Ne yapıyorsun?”
Hayalet alevi topu anında havada donakaldı.
Çevirmen: Nynaeve
136 notes
·
View notes
Text
GÖLGESİZ KALDIRIMLAR
Gölgelerinden uzak, geziyor bir kadın kaldırımlarda
Rengi solmuş akasyalar gözlüyor kara kışı
Bir çocuk düşmüş bir kara kedinin peşine
Kedinin kuyruğunda kaldırım güzellerinin gölgeleri
Methiyler düzüyor iki hecelik şiirleriyle sarhoşlar
Ve akasyalar süslüyor, güneşi yorgun şehirleri
Temiz bir yaprak gibi geçiyor günler
Günler ki her an'ı selalarla dolu
Akşam vakti, bak bir kadın var yine kaldırımlarda
Gölgesi saklanmış şehri uyutan akasya dallarında
Bir de çocuk vardı büyüdü kara kışı severek
Bir de kedi, şehrin ayazında şiirler gözleyerek
Bir gün bir yerde, uyuşuk mayıs akşamında
Bilinmez üç şair dillerinde gebe imgelerle
Denize nazır olmasa da oturuyordu
Akasyalarla dizili sokağın bir köşesinde
Kırk yıla imza atılıyordu içilen kahvelerle
Bir kadın geçti önlerinden uzak bir hayal gibi
Gölgesi saklanmış, gerisinde sade bir kara kedi
Şairin biri;
Azrailn boş gününde ölmeyi dilerim
Şu ahu, sevgilim olaydı, görmeyeydi gözlerim
Lakin çok uzak bir hayal gitti sevdiğim
Diğer şair;
Çocuktum ağaçtan Arap atım vardı
Büyüdüm o güzel günler mazide kaldı
Sonra yüreğimde bir boşluk
Onu da bir kadın ateşlere saldı
Ve üçüncüsü;
Dur demeliydim bir rüzgar gibi geçti
Saçlarından şehre yıldızlar savruldu
Zaman nasıl arsız aniden asırları yuttu
Şimdi bir kadının golgesi kaldırımlara savruldu
Uyuşuk mayıs akşamında, peçesini takıyor bir şehir
Ve o kara kedi, kuyruğunda süpheli şiirler
Kaldırımlarda gölgeleri peşinden sürüklüyor
0 notes
Text
kristal kuş – Ayten Mutlu
kıyıdayım, kıyısında kuru ağaç dallarını taşıyan uzun nehrin, unutuş otların arasında ışıyan cam kırığı, işte kalbim ve kendini taş avluda unutmuş zaman an’ın sesini ikiye bölen yalan ağaçtan düşen yaprak gibi, şarkısını kınında bırakmış bıçak ah, parlak ay batıyor beyaz bir gemi gibi uzaklaşıyor nehir, kuruyan otlar ve ben düşsüz kalan gecede ötüyor kristal kuş dur, diyorum akan suya dur, gitme
kıyıdayım, kıyısında midye kabuklarını kuma vuran denizin çakıl taşlarının soğuk teninde, battığını bilmeyen gemiyim ben belki de yarasını yosunların sardığı eski bir yara bilmiyorum hangi ölümden kalma dibe vurmuş bir ceset taşıyorum içimde çırpınıyor kristal kuş, yara kanıyor dur, diyorum acıya dur, bitme
kıyıdayım, kıyısında boşluğa fısıldanan şiirin kalbim, ah kalbim acı öpüşler taşıyor sözcüklerime siyah bir ipeği yazıyorum belki bilmeden beyaz bir gecenin simsiyah ellerine sıcak siyah ve ansızın yırtılmış bir ipeği ay batıyor içli bir şarkı gibi biliyorum şimdi ölüm sesime yakın ülke, acı sonsuz ve ay ah, ay neden bunca uzak bu gece? çatlıyor içimde sessizce kristal kuş dur, diyorum hayata dur, bekle
Ayten Mutlu
han meilin
0 notes
Text
ANLAYANA (1/28)
DOST BİLİNİP DE.. DOST BİLMEYENE.!
BİLESİN DOST;
"Bir insanın gerçek zenginliği,
Onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir.”
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Bu fanilikte herşey geride kalan isimdir.
Derviş-i Kelamı Der ki;
Sadece gözlerin acıkken şu fani dünyayı görüyorsan bir körden ne farkın ola bilir ki?
BİLİNİP DE..
KEHF Suresinin son âyeti gece yatarken okunursa, gecenin de girişine doğru.. (Teheccüt namazı için)
RESULULLAH Efendimizin,
Dünyaya teşrif ettikleri saattir ki,
O saatte her anda..
Veliler Hıra dağında toplantı yaparlar.
- Teheccüt namazı kendi Nuruna secdedir.
- Gecenin sülüsünde kalk,
Teheccüt namazı kıl.
(Gece yarı olmak yahut pek karalık olmak veya büyük kısmı ve sülüsü geçmek.)
- Sabah namazlarını kaçırma.
Sabah namazları imsaktan 20 dakkika sonra başlar. Erken kıl, güneş doğmasına yakın kerahat vaktidir. Unutma.
- Sabah güneş doğmasına ve akşam güneş batmasına yakın kuşların zikir vaktidir. Bu vakitte Kerahat vaktidir.
(Kerâhat Vakti, güneşin doğuş, batış
ve tam tepede bulunduğu vakte denir.)
- O vakitte sen ibadet etme.
- Doğal yaşa, Doğal yemeğe çalış.
- Mümkünse de tek tip öğün ye.
- Beş Beyaz Altın; (Elin beş parmağı)
Soğan, Sarmısak, Elma, Yoğurt, Süt..
DÖRT elle sarıl.
(Amma Soğan, Sarmısak yediğinde de..
Etrafını da düşün!)
- Beş Beyaz Dert; (Ayağın beş)
Un, Şeker, Tuz, (Alkol, Sigara..)
Üçüne her zaman tedbirli davran.
İkisinden zinhar uzak dur.
(Sakın ola ki, kesinlikle, hiçbir, asla!)
- Suyu bol iç mümkünse soğuk su iç.
Unutma ki RAHMET soğuktadır.
- Suyu ayakta içme. Her sulu şeyi içerken şu ayeti oku; (VE CEALNA MINEL MAİ KÜLLİ ŞEY’İN HAY) Yaratılmış olduğun şeye karşı hürmetli olursan genç kalırsın , ihtiyarlamaz zinde olursun.
- Sade, Saf Tahin helvasını evden eksik etme, bolca yiyesin.
- Acı biberi (İssod) bol ye, hiç korkma.
- Meşrubat türü hiç bir şeyi içme.
- Saf soda suyu iç. Arada bir yüzünü yıka.
- Hergün sade kahve iç.
- Çayı mümkünse demli, şekersiz iç.
- Çörek otunu havanda döv, her yemekte kullan, karabiber gibi yemek üzerine ek ye, her derde devadır.
- Her gök ayında üç gün oruç tut.
- Gök ayının 1'inde, l4 ve 15'inde ve 30'unda cima (Birleşme) etme.
- Ateşi suya atma,
Suyu ateşin üzerine dök hürmeten.
- Kireç için taş yakma.
- Olta ile balık tutma.
- Hayvan Avlama işini zevk için yapma.
- Ağaçtan bir dal koparma, unutma ki bitkilerde zindedir.
- Fırsat bulduğunda çiçeklerle konuş.
- Bitkilerde çiğ (Kırağı) su damlacıkları
fark ettiğinde; Selavat getir.
Getir ki mutluluk saadetine ortak olasın.
- Çocuğunu mümkünse yalancı meme
ile kandırma.
- Yetişkin çocuğuna ve tüm ailene;
Allahın 99 İsmi (ESMA-ÜL HÜSNA)
Hakikatini öğret, ezberlet.
İBRETLİK; ANLAYANA.!
- Sırrı ifşa eden iki hayvan;
Yunus balığı ve Papağandır.
ZATEN,
- Herkes sır saklamasını bilse idi,
Dünya VELİ dolardı.
İBRETLİK; ANLAYANA.!
- Meşakkati. Sabır'rı. İstikameti..
Karınca ve Arılar yaparlar.
ZATEN,
'Hz. Eyyüp Sabrı' MÜBAREKTİR Bilene.
BİLİNMELİDİR Kİ,
- RUH ve Beden hasta olmaz,
Ancak Bedenini sen hasta edersin.
ASLA!
- RUH hasta olmaz. Asabiyet vardır.
Sinir, Sinirsel hastalk diye bir hastalık yoktur. Kendine akıllı çifte atma demektir. Akıl korkaktır. İnsana daima tuzak kurar.
- (LÂ HAVLE VE LÂ KUVVETE) Diyerek; Ayağını üç defa mesh’et,
Mesh ettiğin elinin üstünü üç defa öp. Bütün gün yükünü ayaklar çektiği için onlara edeben ve hürmeten.
GERÇEKTİR;
- İçi dışından iyi olana VELİ denir.
İçi dışı bir olana ALİM denir.
Dışı içinden iyi olanda CAHİLDİR.
- Tedbir emr olunmuştur.
Fakat ALLAH'ın 'Dediği' olur.
- İnsanı (insan’ı Kâmil ) insan yapar.
(Peygamberimiz HZ. Muhammed (s.a.v.) tanımlamanın Hakikatidir.)
ONUN İÇİNDİR Kİ,
- İnsan (Ademoğlu) yaratılmış varlıklar arasında mükemmelliğe sahip olandır.
İBRETLİKTİR!
- 'Edeb Ya Hu' “Edep”
Güzel ahlak, saygı, terbiye, hayâ, nezaket anlamında İslâm'ın, İslâm Peygamberinin gönderilme gayesini teşkil eder.
O ZAMAN?
- Vatanımızın her cenâheyn de..
(İki kanat, iki yan. Zü-l-cenâheyn;
Dünyâsı da, âhireti de iyi olan.)
'Hilal-i Al Sancak'
Yine Vatanımızın her yöresinde..
'Edep Ya Hu'
Mükellefiyeti elzemdir. 1/29..
0 notes
Text
“Hakim” ve “Hekim” Tek Bir Kişinin Özelliği miydi? İki Meslek Olması Modernizm Hatası mı?
Bazılarımız “Hakim” ve “Hekim” kelimelerinin aynı kökten olduğunu farketmiştir. Peki bu iki meslek orjinalinde (ve tarihte) tek bir meslek/kişi özelliği miydi? Hatta bu iki mesleğin sunduğu önemli çözümlerin kelimelerine bakın; “Ceza” ve “Ecza” da aynı kökten... Kelimeler adeta bir anahtar oldu çünkü temelde bir arada yürüyen bir kavramın; tıp ve hukuk dallarına ayrıştığına (lokalleştiğine) işaret etmekte (yani tek bir ilim, iki meslek haline gelmiş olabilir). Bu öyle bişeyki; iyileşecek veya adaleti yaşayacak bir insanı kolaylıktan çok geçiştirilen bir tür zorluğa sürüklüyor olabilir. Tabiki sadece kelimelere bakıp bu sonuca varmayacağım başka bir şey daha sezdim ve bu hususta insanlar içerisinde sorun çıkaran tıbbi ve hukuki durumu ve tahmini çözümünü anlatmak isterim.
Bu arada böyle bi kelime veya meslek benzerliği duyan kişi muhtemelen “Olur mu öyle şey!” diyip yerinden zıplayacak ve tek mesleğin bile (örneğin sadece hukuk kavramının) teori ve metodolojilerindeki zorluğundan dolayı ayrı meslekler olmasının daha uygun olacağını düşünecektir. Lakin meseleye şu açıdan baktığınızda aslında kolay bir ilmi aslında gereği yokken nasıl zor hale getirdiğimiz olası;
Şimdi dikkat edin; hayat bütünüyle ilahi bir denge üzerine kurulu (“Denge” aynı zamanda “Adalet” kelimesinin de kökenidir) Bu İlahi denge öyle bişeyki; eğer bir şeye zarar verirseniz, yerini değiştirir veya tabiatıyla oynarsanız yekvücud olan hayatın herhangi bir yerinden dengeli bir karşılığını görmeniz olası. Kısacası herşey bir bütün içerisinde birbirini etkiliyor. Buradan anlaşılıyorki biyoloji, kimya, sosyoloji vb. hukuk ve tıp içerikleri ayrı ayrı işlemiyor. Hepsi etkileşimli bir bütün.
Bu denge ilahi olduğu için ceza veya şifa veren sistem insan elinde olan bişey değil. Sadece dengeye hakim olmak gerekiyor. Yani yapılan bir hata sonucu bozulan ama insanın gözetleyip hakim olabileceği bir denge sözkonusu. İşte burası ilginç yani insanın insana direkt bir faydası olmuyor sadece meseleye hakim olmak gerekiyor. O zaman akla şu soru geliyor; “Madem insanın insana direkt bir faydası olmuyor, cerrahın müdahalesi sonucunda insan nasıl düzeliyor?” Cevap şu; Cerrah (yani günümüz modern cerrahı) gördüğünüz zarara dair fiziksel bir durumu veya bir zarar anını geçiştiriyor. Buna şöyle bir örnek vereyim; yerdeki yaprakları siliyor ama ağaçlarda yeniden düşecek yapraklar hali hazırda duruyor ve uzun sürecek bir sonbahar mevsimi sözkonusu, yani o yaprağın geldiği bir ağaç ve o ağacı etkileyen bir sonbahar var. Örnekten anlamıştırsınızki sadece yaprak temizlemek daha geniş bir durumu ortadan kaldırmıyor. Sadece orada o esnada görünen yaprağı siliyorsunuz. İklim, Bitki , Rüzgar vb. şöyle bir bütüne baktığınızda insan kontrolünü aşan tabii bir durum (denge unsuru) sözkonusu. O zaman burada başka bir dikkat gerekiyor.
Bir Denge Varsa ve Tek bir Meslek ise Bu Meslek Nasıl İşliyor?
Yanlış sezmediysem; Bu “meslek” dediğimiz şey gerçekte; dengeye hakim (dikkatli) olma kabiliyetinden ibaret. İşte bu kabiliyet insanı hakim(hekim) yapmakta yani; dengeye hakim. Yani hasta olmayana hakim/hekim denmekte hastaya bakana değil. Tecrübesine danışılan kişi haliyle dengeye hakim olan kişi.
Bugün “hakim”, “doktor” diye adlandırılan modern olarak icra edilen meslekler muhtemelen sadece biyoloji ve sosyoloji olarak lokalleşmiş meslekler (Arabanın sadece lastiğiyle ilgilenene “lastikçi” , benziniyle ilgilenene “benzinci” denmesi gibi). Bu da muhtemelen kapitalizm ve modernizm sonucu. Yani kapitalizm içerisinde mod değiştire değiştire en sonunda kavram lokalleşmiş vaziyette.
Teşhis (tanı),tedavi, yargılama ve cezalandırma da ise muhtemelen şöyle bir süreç var; hasta olduğunu veya haksızlığa uğradığını düşünen bir kişi dengeye (adalete) hakim olamadığında dengeye hakim kişiye danışıyor. Hakim/Hekim ise dengenin bozulduğu yeri görüyor ve söylüyor. Dikkat edin ceza veya şifa ile sonuçlandırmıyor insan için dengeyi bozanı unsuru gösterip oraya yönlendiriyor. İşte muhtemelen bu duruma ameliyat denmekte (ki kelimenin kökünde “amel” olması dikkate değer). Bugünkü cerrahi ameliyat ise fiziksel (biyo-kimya) müdahaleden ibaret biliyoruz fakat bunun temel manası “yaralama” veya “görgü tanıklı bir suç işlenmiş olması” anlamında. Zaten insan dengenin bozulduğu yeri görse ve düzeltse kendiliğinden şifasını bulacakken olayı öyle düğüm ediyorki ancak kendisine cüzi (ecza veya ceza ile) veya daha da ileri giderek cerrahi (cürm ile) bir müdahale ile çözüm bulabiliyor.
Ameliyat için hikayeleştirerek bir örnek vereyim;
Şifayı kapan biri “nerede hata yaptım” sorusuyla hakim olan birinin yanına gider
Hasta olan diyorduki; Hakim ben şifayı kaptım
Hakim olanda diyorduki; Geçen gün ne yaptın?
Hasta; Her zamankini yaptım (olağan rutin hayat)
Hakim; ondan önceki gün Hasta; her zamankini
Hakim ; ondan önceki gün ?
Hasta; arkadaş çağırdı…
Hakim; tamam. orada dur! Arkadaşla ne yaptınız?
Hasta; bir ağaçtan meyva yedik
Hakim; ağaç neredeydi?
Hasta; ağaç 2 ev ilerideydi
Hakim; o evde kimler yaşar
Hasta; evde fakir bildiğimiz bir halk yaşıyor
Hakim; pekala sen o fakir evin ağıcına çıkmışsın şimdi git onların borcunu öde
denildikten sonra hasta hakimin yanından ayrılıyor, fakir olan aileye borcunu ödüyor ve tahmin ediyorum hastalığı da hem biyolojik hem de sosyolojik olarak düzeliyor. Eğer borcunu ödeyemeyeceği kadar düğüm bir meseleyse işte orada CZ kelime kökeninden gelen bişey (ecza veya ceza) yapılıyor. Buna işaret olarak bilinen en eski cerrahi yöntemlerden ateşle dağlama yöntemini Sabuncuoğlu Şeraffettin’de aşağıdaki linkte görebilirsiniz.
https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
İşte konuya hakim olan, hasta olana böyle şifa veriyordu bence hakim olan hem hekim hem hakim yani hem adaleti hem şifaya yol gösteren kişi aynı kişi
Peki bugün ne oluyor? adaleti hakimde şifayı hekimde yönetimi hükümette arıyorlar. Sosyolojik olana hakim, biyolojik olanı ise hekim diye ikiye ayırıyorlar. Yani bütüne hakim olunması gereken bir konuyu 2 ye bölüp kendi içlerinde lokalleştirilip ardından kendi hallerine terkediliyor. İşte hal böyle olunca hekim ve hakim olayları sürekli yırtılacak bir pantolonu yamamaktan öteye gidemiyor.
Hastalığı maddesel sanıyorlar “soğuktandır” falan diye “mikrop bulaşmıştır” falan diyerek hep materyalist bakıyorlar. Ya belkide uzak mahalleden birine bir zarar vermiştir? yani belkide karşılığında böyle bir hastalık geçirmiştir adalet bu ya; “hakim” kelimesiyle “hekim” kelimesi aynı çünkü. Mesleğin içerdiği kilit kelimelerde bu durumu aydınlatan cinsten;
“Ceza” ve “Ecza” nedir? Kelimeye dikkat edince göreceksinizki “Ceza” ve “Ecza” aynı kökten. “Cüz” dediğimiz şeyde muhtemelen bunla ilgili. ilginç bir şekilde tek bişeyden bahsedildiği görülüyor. Burada aslolanın ney olduğunu net bilmiyorum ama adaletsiz bir durumda verilen hafif bir karşılık veya zarar verme gibi bişey olduğunu düşünüyorum yani dengesi bozulan bir terazide hafif kalan yere elle bastırıp dengeyi yerine getirme gibi. İşte bu hafif karşılığı tahminimce Sabuncuoğlu Şeraffettin yapmaktaydı o ise muhtemelen deri üzerine kızgın demirle dağlamaydı. Şurada detayları görebilirsiniz; https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
Şifa Nedir? Şifa kötüye giden bir durumu geri çevirmek anlamında ama kötüye giden şey sadece fiziksel bir rahatsızlık değil hayatta gerçekleşen bütünen bir sorunun düzeltilmesi, geri çevrilmesi anlamında. Çünkü bir kötülüğün yansıması kişiye fiziksel bir rahatsızlıkta sunabilir. Sadece fiziksel bir duruma şifa bulmak haliyle sadece fiziksel duruma etki eder halbuki süre gelen bir sorun sözkonusu yani başka birşeyi düzeltmek gerekebilir. Meseleyi teşhis önemli.
Ameliyat Nedir? Ameliyat adı üzerinde “amel” ile ilgili yani bir iş yapmaktır. Bu sadece ve direkt olarak birine cerrahi müdahale anlamında değil. Çünkü cerrah kelimesi bile ilk anlamıyla bu değil. Harf kökenlerine göre gidildiğinde “yaralama” ve “suç işleme” gibi manaları da görülüyor
Hapis Nedir? Hapis kısıtlama demek. Yani bu sadece bir yere kapatma anlamı yok. Kelime kökeninde “kısıtlama” anlamı da var.
0 notes
Text
Süper Sözler
Daha önce acı çekmiş biriyle birlikte olun: çünkü onlar mutluluğun değerini iyi bilirler.
İnsanı iki şey terk etmezmiş: Gönlündeki yara bir de yanındaki ana...
Neyi feda edersen, o sana ihsan edilir. Neye kıyamazsan, onunla da sınanırsın.
Beni öyle bir yalana inandır ki, ömrümce sürsün doğruluğu.
Hayatta neyi seçersen seç, aklın hep seçmeyeceğinde kalacak... Aslında zaman aynı olacak, sadece hikayesi değişecek...
Umduğumuz gibi olsaydı hayat , sandığımız gibi yaşardık.. Bulduğumuzla yetinseydik , kaybettiklerimize ağlamazdık...!
İnsanlara asla yaralarını gösterme... Sana vurmak istediklerinde ilk oradan vururlar.
Her şey incelikten insan kalınlıktan kırılır...
Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerinde.. (Kızılderili Atasözü)
Demir tava geldi kömür bitti, akıl başa geldi ömür bitti.
Bazen bir kelebeğin ömrü kadardır hayat...Ne kırmaya gelir ne de kırılmaya.
Belki ilk etapta yanlış insanlarla tanışmasaydık, doğru insanı bulduğumuzda, onun değerini anlayamazdık....
İnandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.
Uykular ikiye ayrılır; Gece gelmeyenler, sabah gitmeyenler.
Bir kızı farklı kılan şey esmer oluşu veya sarışın oluşu değil, ahlaklı oluşudur.
İstedim ki aynam ol, yüzüne bakınca yüzümü göreyim; Hüznüne bakınca, hüznümü.
Bir kadına kıyafetten çok hanımefendilik yakışır. Bir erkeğe de elinin sertliğinden çok kalbinin mertliği yakışır.
Yaprak ağaçtan düşünce, rüzgarın oyuncağı olurmuş!
Gerek yok her sözü laf ile anlatmaya. Bir bakış, bin söz eder bakıştan anlayana...
İkimiz de birbirimizde olmayan şeyleri aradık. Sen bende kusur, ben sende huzur.
Eğer birini kandırmayı başardıysan, onun aptal olduğunu düşünme! Sadece sana hak ettiğinden daha fazla güvenmiştir.
Doğru söz etkili olabilir, ama hiç bir söz yerinde bir susuş kadar etkili değildir.
Bunu iyi belle cehennem buz tutuncaya kadar seni seveceğim.
Kadın, seçtiği erkekle değerini. Erkek, seçtiği kadınla karakterini belirler.
İyi kalpli olmak, mükemmel olmaktan daha önemlidir.
İyiler hep kaybeder çünkü iyiler hep adil dövüşür.
Zenginlik, kimsenin senden alamayacağı değerlerin toplamıdır. Senin bilgindir, ahlakındır, özgüvenin, terbiyen, letafetin, tebessümündür.
Önemli olan baktığının ne olduğu değil, senin nasıl gördüğündür. Çünkü hangi niyetle bakarsan, öyle görürsün.
Hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun. Ruhu küçük insanlar, başkalarını da daraltmak, azaltmak ister.
Kimseye güvenme ve onları tanıman için sınamaktan korkma; çünkü kaybedilmesi gerekeni, en önce kaybetmelisin!
Gören göze karanlık perde olmaz; görmek istemeyen göze ışık ne yapsın?
Sen bana kör demiştin ya haklısın senden başkasını görmemiş bu günahkar gözlerim…
Tecrübe, insanın başına gelen şey değildir; O insanın başına gelenle ne yaptığıdır.
Verilen söz hayal kurdurur sadece, mutlu etmeye yetmez... Mutluluk sözünü yutanla değil ne olursa olsun sözünü tutanla yaşanır.
Sadece karşına çıkan düşmanı yenebilirsin, arkandan geleni değil...
Ben sana “sevmeyi” öğretemedim, sende bana “unutmayı” öğretemedin.
Hayatta edindiğim tecrübeler, yediğim kazıkların toplamıdır.
Gururun başladığı yerde sevgi son bulur.
Gitme ne olur gitme itirazlar elimde değil yalnızım yalnız yalnızlıklar elimde değil.
Hani sadece ölüm ayırırdı bizi, söyle sevgilim hangimiz öldü?
Hayat yollardan çizilmiş olsa bile yollardan birini seçeceksin seçtiğin yolda ölüm bile olsa selam verip geçeceksin.
Yalandan kim ölmüş derler de, ölenin kişilik olduğunu hiç düşünmezler.
İyi, doğru ve dürüst olanlar kaybetmez, kaybedilir.
İnsanlar onlar için ne yaptığınızı anlamazlar, siz yapmayı bırakana kadar.
Ruhun güzelliği, bedenin güzelliği kadar çabuk görünmez.
Bir kez yalanını gördüğünün doğrusu bin defa sorgulanır.
Susmak kabullenmek değil, cevaptır. Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa uzun yorgunları vardır.
Dilin kesip biçtiğini, dikemez hiçbir terzi.
En fakir insan bir kuruşu olmayan değil, bir hayali olmayandır.
Hayatta modası geçmeyen iki şey vardır. Erkekte efendilik, Kadında ise güzel ahlaktır.
Düşündüğünü söyle, söylediğini yap, yaptığının arkasında dur; ama dikkat et sözünün altında ezilme.
Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun.
Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz.
Hayatımda biri yok, birinde hayatım var' diyebilmektir aşk.
Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur...
Pişman değilim seni sevmekten. Sen, adıma yakışan en derin yarasın.
Gözlerinde baharları beklerken içindeki kış beni vurur; sen bilmezsin yüreğimden sevdana ne sular akmak ister durur!
Bin yıl ömrüm olsaydı bin yıl seni severdim, bin yıl seni sevseydim bin yıl daha isterdim.
Bilmezler yalnız yaşamayanlar nasıl korku verir sessizlik insana; insan nasıl konuşur kendisiyle; nasıl koşar aynalara bir cana hasret, bilmezler.
Uzaklık küçük sevgileri öldürür, büyükleri ise yüceltir tıpkı rüzgarın mumu söndürüp ateşi alevlendirdiği gibi.
Adını kalbime aşkla kazımıştım boş ver aldırma belki bir gün silerim güzel bir rüyayı gerçek sanmıştım seni sevdiğim için özür dilerim.
Haritalara bakıyorum evin yok sözcüklere bakıyorum adın yok kendime bakıyorum seni görüyorum, çünkü benden başka yerin yok.
Mutlu olmayı biliyorsan sevmeyi de bileceksin eğer gerçekten seviyorsan uğrunda ömrünü vereceksin.
Her seven isimsiz bir kahramandır ve insan sevebildiği kadar insandır!
Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim.
Ben acı satın alırım, göğsümde bak onca yara var ben acı satın alırım, yitirilmiş umutlardan Ben gülüş satın alırım, yüzümde bak onca çizgi var ben gülüş satın alırım, içimdeki çocuklardan!
#Süper Sözler Twitter#Süper Sözler Kısa#Süper Sözler Hazır#Süper Sözler Facebook#Süper Sözler 2017#Süper Sözler#Süper Mesajlar#Süper Laflar
0 notes
Text
Süper Sözler
Daha önce acı çekmiş biriyle birlikte olun: çünkü onlar mutluluğun değerini iyi bilirler.
İnsanı iki şey terk etmezmiş: Gönlündeki yara bir de yanındaki ana...
Neyi feda edersen, o sana ihsan edilir. Neye kıyamazsan, onunla da sınanırsın.
Beni öyle bir yalana inandır ki, ömrümce sürsün doğruluğu.
Hayatta neyi seçersen seç, aklın hep seçmeyeceğinde kalacak... Aslında zaman aynı olacak, sadece hikayesi değişecek...
Umduğumuz gibi olsaydı hayat , sandığımız gibi yaşardık.. Bulduğumuzla yetinseydik , kaybettiklerimize ağlamazdık...!
İnsanlara asla yaralarını gösterme... Sana vurmak istediklerinde ilk oradan vururlar.
Her şey incelikten insan kalınlıktan kırılır...
Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerinde.. (Kızılderili Atasözü)
Demir tava geldi kömür bitti, akıl başa geldi ömür bitti.
Bazen bir kelebeğin ömrü kadardır hayat...Ne kırmaya gelir ne de kırılmaya.
Belki ilk etapta yanlış insanlarla tanışmasaydık, doğru insanı bulduğumuzda, onun değerini anlayamazdık....
İnandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.
Uykular ikiye ayrılır; Gece gelmeyenler, sabah gitmeyenler.
Bir kızı farklı kılan şey esmer oluşu veya sarışın oluşu değil, ahlaklı oluşudur.
İstedim ki aynam ol, yüzüne bakınca yüzümü göreyim; Hüznüne bakınca, hüznümü.
Bir kadına kıyafetten çok hanımefendilik yakışır. Bir erkeğe de elinin sertliğinden çok kalbinin mertliği yakışır.
Yaprak ağaçtan düşünce, rüzgarın oyuncağı olurmuş!
Gerek yok her sözü laf ile anlatmaya. Bir bakış, bin söz eder bakıştan anlayana...
İkimiz de birbirimizde olmayan şeyleri aradık. Sen bende kusur, ben sende huzur.
Eğer birini kandırmayı başardıysan, onun aptal olduğunu düşünme! Sadece sana hak ettiğinden daha fazla güvenmiştir.
Doğru söz etkili olabilir, ama hiç bir söz yerinde bir susuş kadar etkili değildir.
Bunu iyi belle cehennem buz tutuncaya kadar seni seveceğim.
Kadın, seçtiği erkekle değerini. Erkek, seçtiği kadınla karakterini belirler.
İyi kalpli olmak, mükemmel olmaktan daha önemlidir.
İyiler hep kaybeder çünkü iyiler hep adil dövüşür.
Zenginlik, kimsenin senden alamayacağı değerlerin toplamıdır. Senin bilgindir, ahlakındır, özgüvenin, terbiyen, letafetin, tebessümündür.
Önemli olan baktığının ne olduğu değil, senin nasıl gördüğündür. Çünkü hangi niyetle bakarsan, öyle görürsün.
Hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun. Ruhu küçük insanlar, başkalarını da daraltmak, azaltmak ister.
Kimseye güvenme ve onları tanıman için sınamaktan korkma; çünkü kaybedilmesi gerekeni, en önce kaybetmelisin!
Gören göze karanlık perde olmaz; görmek istemeyen göze ışık ne yapsın?
Sen bana kör demiştin ya haklısın senden başkasını görmemiş bu günahkar gözlerim…
Tecrübe, insanın başına gelen şey değildir; O insanın başına gelenle ne yaptığıdır.
Verilen söz hayal kurdurur sadece, mutlu etmeye yetmez... Mutluluk sözünü yutanla değil ne olursa olsun sözünü tutanla yaşanır.
Sadece karşına çıkan düşmanı yenebilirsin, arkandan geleni değil...
Ben sana “sevmeyi” öğretemedim, sende bana “unutmayı” öğretemedin.
Hayatta edindiğim tecrübeler, yediğim kazıkların toplamıdır.
Gururun başladığı yerde sevgi son bulur.
Gitme ne olur gitme itirazlar elimde değil yalnızım yalnız yalnızlıklar elimde değil.
Hani sadece ölüm ayırırdı bizi, söyle sevgilim hangimiz öldü?
Hayat yollardan çizilmiş olsa bile yollardan birini seçeceksin seçtiğin yolda ölüm bile olsa selam verip geçeceksin.
Yalandan kim ölmüş derler de, ölenin kişilik olduğunu hiç düşünmezler.
İyi, doğru ve dürüst olanlar kaybetmez, kaybedilir.
İnsanlar onlar için ne yaptığınızı anlamazlar, siz yapmayı bırakana kadar.
Ruhun güzelliği, bedenin güzelliği kadar çabuk görünmez.
Bir kez yalanını gördüğünün doğrusu bin defa sorgulanır.
Susmak kabullenmek değil, cevaptır. Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa uzun yorgunları vardır.
Dilin kesip biçtiğini, dikemez hiçbir terzi.
En fakir insan bir kuruşu olmayan değil, bir hayali olmayandır.
Hayatta modası geçmeyen iki şey vardır. Erkekte efendilik, Kadında ise güzel ahlaktır.
Düşündüğünü söyle, söylediğini yap, yaptığının arkasında dur; ama dikkat et sözünün altında ezilme.
Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun.
Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz.
Hayatımda biri yok, birinde hayatım var' diyebilmektir aşk.
Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur...
Pişman değilim seni sevmekten. Sen, adıma yakışan en derin yarasın.
Gözlerinde baharları beklerken içindeki kış beni vurur; sen bilmezsin yüreğimden sevdana ne sular akmak ister durur!
Bin yıl ömrüm olsaydı bin yıl seni severdim, bin yıl seni sevseydim bin yıl daha isterdim.
Bilmezler yalnız yaşamayanlar nasıl korku verir sessizlik insana; insan nasıl konuşur kendisiyle; nasıl koşar aynalara bir cana hasret, bilmezler.
Uzaklık küçük sevgileri öldürür, büyükleri ise yüceltir tıpkı rüzgarın mumu söndürüp ateşi alevlendirdiği gibi.
Adını kalbime aşkla kazımıştım boş ver aldırma belki bir gün silerim güzel bir rüyayı gerçek sanmıştım seni sevdiğim için özür dilerim.
Haritalara bakıyorum evin yok sözcüklere bakıyorum adın yok kendime bakıyorum seni görüyorum, çünkü benden başka yerin yok.
Mutlu olmayı biliyorsan sevmeyi de bileceksin eğer gerçekten seviyorsan uğrunda ömrünü vereceksin.
Her seven isimsiz bir kahramandır ve insan sevebildiği kadar insandır!
Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim.
Ben acı satın alırım, göğsümde bak onca yara var ben acı satın alırım, yitirilmiş umutlardan Ben gülüş satın alırım, yüzümde bak onca çizgi var ben gülüş satın alırım, içimdeki çocuklardan!
#Süper Sözler Twitter#Süper Sözler Kısa#Süper Sözler Hazır#Süper Sözler Facebook#Süper Sözler 2017#Süper Sözler#Süper Mesajlar#Süper Laflar
0 notes